MEHMET KAPLANIN NESİLLERİN RUHU ÜZERİNE
MUHAMMED EMİN SUBAŞI
NESİLLERİN RUHU(İstanbul 1967)
Fransız
düşünürü Alain'in "yazarak düşünme" görüşünü benimseyen Mehmet Kaplan
düşüncelerini kısa denemelerle ortaya koymayı tercih etmiştir. Onun deneme
türündeki bu ilk kitabında daha ziyade kültür milliyetçiliği, halk kültürü,
dil, insan ve tarih üzerine yazdığı yazılar bir araya getirilmiştir.
46 denemede oluşan kitap Mehmet Kaplan hocanın
önsözüyle başlıyor. Kaplan, önsözünde ‘’2.dünya savaşı başlarken ben
üniversiteden mezun oldum . O tarihten sonra bir yandan seçmiş olduğum ilim
dalında akademik çalışmalar yaparken ,öte yandan geniş okuyucu zümresine hitap
eden dergilerde, edebiyat, dil, sanat, medeniyet ve sosyal konular üzerine kısa
makaleler yazdım. Bu kitap, bu sonunculardan oluşmaktadır .’’ diyerek kitaptaki
yazılarının konularını ve yazılış sebepleri anlatmış oluyor.
‘’ Seçimi yapan ben değil onlara, onlara değer
veren ve kitap haline getirilmesini arzu
eden gençlerdir. Şahsen bu nevi
yazılarımı ne biriktirdim, nede tekrar okudum . Onlar benim için küçük düşünme
egzersizleri ve geniş okuyucu kitlesi ile temas vasıtası idiler. Kitap haline
getirmeyi asla düşünmemiştim. Çeşitli sebepler dolayısıyla onları bu son
neşirlerinde de yeniden gözden geçiremedim. Her şeyi iyi niyetli gençler
hazırladılar ben sadece muvafakat ettim.’’ Bu paragraftan anlaşıldığı üzere
kitabı Kaplan’ın öğrencilerinin, Kaplan’ın yazılarını derleyip yayımladığını
anlıyoruz.
Kaplan ‘’ gençliğimden beri benimsediğim bir düşünme
metodu vardır: kafamı işgal eden bir konu üzerinde açık ve seçik fikirlere
ulaşmak için onları yazarım, Alain’in deyimi ve tavsiyesi ile ‘ yazarak
düşünürüm’ hiçbir mesele benim için kapanmış, son halini almış değildir.’’
diyerek dikkatini çeken her konuyu yazdığını ancak bu yazılar düşüncelerinin
son hali olmadığını belirtir.
Yine önsözde ‘’Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafi,
tarihi ve sosyal şartlar bana milliyetçiliği kendisinden vazgeçilmez bir fikir olarak gösterdi’’ bu
satırda neden milliyetçiliği benimsediğini gösteren Kaplan ‘’ kendi milletimi
sevmem ve varlığını müdefaa etmem, başka milletleri hakir görmem için bir
sebep değildir. ‘’ diyerek aşırı ırkçı
bir şahsiyetinin olmadığını söylüyor. Daha sonra kitabın içinde geçen yazılarda
milliyetçiliğin faydalarından bahseden Kaplan, ülkesinin ve milletinin
gelişimini isteyenlerin milliyetçi olması gerektiğini anlatır.
Kitabın ilk yazısı, kitaba adını veren ‘Nesillerin
Ruhu’ adlı makaledir. Bu makalede geçen
‘’ Fertlerin nasıl
birbirinden ayrı bir duyma, düşünme ve hareket etme tarzları varsa, nesillerin
de kendilerine has, önceki ve sonraki nesillerinkine benzemeyen bir duyma,
düşünme ve hareket etme tarzları vardır.’’ bu satırlar hem makaleye hem kitaba
isim vermiş ve kitabın içeriğini vermiş. Kaplan bu yazısında nesiller arasında
bağlantı kurar ve bir reaksiyon olduğunu söyler.
Bu makalesinde Kaplan
tarihimizdeki önemli konular üzerinden tarihi nesillere bölmüştür. Bu nesiller
tanzimat dönemi ile başlayarak tahlil edilir.’’1860-1876 yılları arasında
faaliyette bulunan Namık Kemâl-Ziya Paşa nesline mensup olanlar, devlet
kalemlerinde yetişmişlerdir. Bundan dolayı çok hayatî ve siyasî bir karakter
taşırlar. Terbiyeleri yarıdan çok şarklı ve muhafazakârdır. Yabancı dillerini
ve kitaplarını ömürlerinin yarısından sonra öğrenirler. Bundan dolayı
ruhlarında kuvvetli bir Şark-Garp mücadelesi vardır. Dindar ve tarihe bağlı
oldukları için Garp'a kendilerini fazla kaptırmaz ve ezilmezler. Müteakip
nesillerde bir hastalık halini alan aşağılık kompleksi bunlarda hemen hemen
yoktur. Büyük ideallere sahiptirler ve kahramandırlar. Müşterek birkaç ana
fikir etrafında birleşirler. Bunların içinde en mühimi Meşrutiyet'in ilânı,
yani Saray'a ve Bâbıâli'ye karşı parlamentonun kurulmasıdır.’’
Kaplan ilk cumhuriyet
neslinin tarihi silip atmak
isteyenlerine de şu cümleler ile karşı çıkar’’Ölmek üzere olan bir adama
bakarak, bu adam bütün hayatınca böyle hasta ve bitkindi demek ne kadar yanlış
ise, imparatorluğun çökme anını görerek, işte sizin mazi dediğiniz budur, demek
de o kadar yanlış olur. Her millet gibi bizim mazimizin de iyi ve kötü
tarafları vardır. Her millet gibi, bizim de asırlarca yaşanmış hayatımızın bir
mânası ve değeri olmak icap eder. O ana has tarihî şartlar, ilk Cumhuriyet
neslinin bu basit hakikati görmesine mani oluyordu. ‘’
Kaplan cumhuriyet
nesli ile meşrutiyet neslini kıyaslar ve meşrutiyet neslinin daha ileride
olduğunu düşünür’’ Bilâkis aklın inkişafına engel olan kuvvetli bir sansür bu
devri karakterize eder, itiraf etmek lâzımdır ki, Meşrutiyet devri, bu bakımdan
Cumhuriyet devrine nazaran çok ileridir. Serbest tenkit olmayan yerde aklın
hâkim olduğunu kim iddia edebilir?’’ Bu görüşün sebebi ise cumhuriyet neslinin
sansür altında olmasından kaynaklandığını söyler.
Kaplanın bu makalesi
iki bölümden oluşur kendisinin demesi üzerine ilkinin 1948 yılında yazıldığını
biliyoruz.
Kaplan bazı yazarlara tavsiyelerde bulunur ‘’Yalnız, dinin temellerine hiç dokunmamakla
beraber, onun fikrî ve edebî plânda yeni bir şekil ve üslûpta ifade edilmesine
büyük bir ihtiyaç olduğu da âşikârdır. II. Meşrutiyet devrinde Mehmet Akif'in
dini duygu ve düşüncelerini nasıl yeni bir şekilde ortaya koyduğunu biliyoruz.
Cumhuriyet, devrinde, Necip Fazıl, Asaf Halet Çelebi, daha yakın zamanlarda
Selâhattin Batu, genç nesle mensup değerli ve orijinal bir şâir olan Sezai
Karakoç basma kalıp şekillere düşmeden derin mistik temayülleri Batılı ve
modern bir üslûpla ifâde etmesini bilmişlerdir. Tarık Buğra, hikâye, roman ve
piyeslerinde insan ruhunun manevî kıymetlerini güzel bir şekilde anlatmıştır.
Ankara'da "Hisar", Konya'da "Çağrı", İstanbul'da
"Hareket" ve "Diriliş" dergileri etrafında toplanan Batılı
olduğu kadar millî kıymetlere de değer veren genç ve modern bir edebiyatçılar
nesli büyük ümitler vermektedir. Bunların Batı'nın büyük eserlerini örnek
alarak kabiliyetlerini tiyatro ve roman sahalarında denemeleri çok iyi olur.’’.
Kaplan’ın kitabında
geçen birçok yazı milliyetçilik ile ilgilidir. Kaplan bu yazılarla kendi
milliyetçiliğini anlatır. Milliyetçiliğin nasıl olması gerektiğini anlatır.’’
Milliyetçi olmak için o millet olmak şarttır fakat kafi değildir .’’ , ‘’hiçbir
insan milliyetçi olarak doğmaz milletin şuuruna erdikçe, milletin mazisini,
halini tanıdığın, istikbalini düşündüğü
ve milletin ıstıraplarını kalbinde
duyduğu nispette milliyetçi olur .
Kaplan’a göre Turancılık
bir ütopidir nitekim bu düşüncesini şöyle dillendirir ’’ Hakiki milliyetçi ile
Turancıyı, birbirinde ayırmak lazımdır. Turancıda insaniyetçi gibi ütopi
peşinde koşar.
Kaplanın
milliyetçiliği onu batıdan uzaklaştırmaz aksine batıyı iyi anlamamız
gerektiğini savunur. Ayrıca yanlış
batılılaşmayı da olumsuz şekilde eleştirir. ’’Yeni milliyetçilik … garp’ı bir maymun gibi taklit etmeyi değil,
anlamayı, ondan kendi inkişafına yaracak unsurları seçmeyi ve kendi bünyesinde eritmeyi esas tutar.’’.
Kaplana göre edebiyat
ile terbiye arasında mühim bir münasebet vardır. Nitekim bu konu hakkındaki
yazısında şöyle diyor;’’ Edebiyat ile terbiye arasında çok sıkı
bir münasebet vardır. Edebiyat kelimesinin kökünü teşkil eden «edeb» kelimesi
de bunu açıkça gösterir.’’
Kaplan’a göre edebiyat ideoloji aranmamalıdır,
aranacak olursa edebiyatın birçok kısmını yok saymak mecburiyetinde
kalınacaktır. ‘’ Edebiyatta muayyen bir ideolojiye, hayat görüşüne ve terbiye
tarzına uygun eser arayanlar, onun pek büyük kısmını reddetmek mecburiyetinde
kalırlar. Nitekim Namık Kemal kendi ideallerine uymadığı için Divan Edebiyatını
şiddetle tenkid etmiştir. Türkçüler, sadece Divan Edebiyatını değil, Tanzimat
ve Servet-i Fünun Edebiyatını da
kötülemişler, buna mukabil asırlarca hakir görülen Halk Edebiyatını
yüceltmişlerdir. O Halk Edebiyatı ki, iyice tahlil edilirse, Türkçülerin
ideallerine hiç de uymayan örneklerle doludur.’’
Kaplan Avrupa’nın
eski edebi eserlere sosyolojik ,psikolojik estetik gibi ilimlerden faydalanarak baktığını ve bilinmeyen manalar bulduğunu
söylüyor bizimde bu ilimlerden faydalanmamız gerektiğini ifade ederek kendisi
bir örnek veriyor.’’ Burada misal olmak
üzere, bunlardan sadece birisini, Freud psikolojisin zikretmeme müsaade ediniz.
Freud psikolojisi, insan anlayışını ve onunla birlikte medeniyet ve sanat
anlayışını tamamıyla değiştirmiştir. Edebî araştırmalara da bu görüş, yepyeni
bir istikamet vermiştir. Şimdiye kadar dikkat edilmeyen veya manasız telâkki
edilen unsurlar, birden bire yeni bir ehemmiyet kazanmıştır. Acaba, bizim edebî
eserlerimize aynı zaviyeden bakılırsa neler göreceğiz? şimdiye kadar böyle bir
deneme yapılmamıştır. Fakat herkesin bildiği Fuzuli'nin "Leyla ve
Mecnun" mesnevisine bu zaviyeden bakarsanız, Freud'un bahsettiği bütün
psikolojik unsurların bunda mevcut olduğunu görürsünüz. Kısaca bu unsurları
hatırlatayım: Freud'un iddiasına uygun olarak, Mecnun da çok küçük yaşta iken
aşk duygusunu hisseder, fakat bunun şuuruna varamaz. Yine Freud'un söylediği
gibi, Mecnun (Leyla da beraber) kuvvetli bir içtimaî baskıya maruz kalır.
Ailesini ve cemiyetini terk eder, çöllere çıkar. Mesnevi dikkatle okunursa,
Mecnun'un babasına karşı asi olduğu, onun sözünü dinlemediği, hatta onun
yaşayış tarzını beğenmediği görülür. Bu davranış tarzı Freud'un meşhur Oedip kompleksine çok yaklaşıyor. Mesnevi üzerinde
bir üslûp araştırması yapacak olursak, Fuzuli'nin cinsî temayülleri sembolize
eden birçok imajlar kullandığını tespit edebiliriz. Bu mesnevi Freud'un eline
geçmiş olsaydı, nazariyesini destekleyen güzel bir örnek olurdu.
Kaplan, kitabın son yazılarında Yahya Kemal ,Mevlana
ve Yunus emreden bahseder. Kaplan, André Gide’nin Dünya Nimetlerinden
alıntıladığı şu cümleyi ‘’ Natanel Allah’ı bütünde başka bir yerde arama! Her
varlık Allah’ı işaret eder ; lakin hiçbiri onu ayan etmez. Kendisine
bağlandığımız her varlık bizi Allahtan uzaklaştırır.’’ İşaret ederek bu manaya
gelen çok daha güzel anlatımların Yunus emrede olduğunu söyler,ve Yunus Emre en
az Gide kadar modern bir şahsiyettir der. Yunus Emre’nin kapitaliste
kızmadığını aksine acıdığını söyleyen Kaplan Yunus’un şu mısralarını örnek
verir;
Batmış dünya malına bakmaz ölüm haline
Ermiş karun malına zihi işi düşvarlığı
Kerman ‘’ Anadolu'dan çıkan aydınların köyden
çıktıktan sonra köyü unutmasını hemen her fırsatta
eleştiren Mehmet Kaplan'ın bu konudaki en büyük
muhatabı kendisidir’’ der.
“Mukaddes Uçurum”da bu duyguların çarpıcı ifadelerle
işlendiği bir denemedir. Mehmet
Kaplan, bu yazısında, Anadolu insanının bir parçası
olmanın ruhuna işlediği bir çağrıyı dile getirir.
Kitapların ve insanların onu geçirdiği uzun eğitim
vadisinden sonra kulaklarını dolduran bir
davettir o. “Yıllar var, büyük, sonsuz karışık bir
labirentin içinde, çıkacak bir yer bulmak için
uğraşıyorum. Zaman zaman içimdeki uçurum beni çağırıyor
ve 'Çıkış yer benim. Haydi atlayıver,
korkma!' Ve kalbim kendi kendine şöyle söylenir: Bir
yaylıya binsem, kırbacı elime alsam, atlara
'Deh!' desem, yollardan geri dönsem, o mukaddes
uçuruma insem...
Bu “mukaddes uçurum” un, Kaplan’ın duyarlılığını
açıklayacak çarpıcı bir metafor olduğunu
söyleyebiliriz; açmazlarıyla insanı iten,
hatıralarıyla çeken bir kavram. Kültürüne genleriyle bağlı
olan Türk aydınlarının tamamı bu daveti alır;
farklılık ona icabet tercihlerinde olabilir. Mehmet
Kaplan, bu davete icabeti mukaddes bir görev gibi
algılamış, kimsenin kanatlarının altından
ayrılmak istemediği İstanbul’dan ayrılıp doğunun
dağlarına tırmanmıştır. Zeynep Kerman’a göre
Erzurum'a gidişi, “Mukaddes Uçurum” başlıklı
yazısında dile getirdiği özlemlerinin
gerçekleşmesidir.
Sonuç olarak Mehmet Kaplan Nesillerin Ruhu adlı
kitabında düşüncelerini Alain’in tavsiyesi üzerine yazarak değerlendirmiş ve bu
değerlendirmelerde bir çok konu işlemiştir. Kaplan’ın bu kitapta kırk altı
yazısı yayınlanmış ve bu yazılar ağırlıklı olarak milliyetçilik, edebiyat ve
nesillerin ruhları gibi konular etrafında yazılmıştır. Kaplan’ın kendi deyimi
üzere geçmiş hayatına bakınca yaşadıklarına bakıp şaşırıyor ve kendisini
tarihin bütün safhalarını yaşamış bir insana benzeterek Baudelaire’nin dediği
gibi ‘’bin yıl yaşamış kadar hatıralarım var ‘’ diyor.
KAYNAKÇA
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c24/c240219.pdf
KAPLAN, Mehmet, Nesillerin Ruhu, Dergâh Yayınları,
İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder